MONTANE SPINE FUSION –
430KM BİR ACIMASIZ MACERA
Yarış hakkında bilgi;
İngiltere’nin omurgası da denilen, bizdeki Toroslar benzeri
“Pennine Tepeleri” ülkenin ortalarından başlayıp İskoçya sınırına kadar uzanan
bir sıradağ.
Bu dağların üzerinde bir yürüyüş yolu rotası çalışmaları
1930’larda başlamış ve 1965 yılında şu andaki haliyle ve “Pennine Way” ismi ile
Manchester şehrine 50km uzaklıktaki “Edale” den başlayıp İskoçya sınırının
hemen içerisindeki “Kirk Yetholm”da biten 268 mil (429km) rota resmiyet
kazanmış.
Pennine Way rota üzerinde 3 adet milli parktan geçiyor. Peak
District National Park, Yorkshire Dales National Park, Northumberland National
Park.
Rotanın başlangıç yerindeki Peak District National Park Japonya’daki Fuji milli parkından sonra
dünyanın en çok ziyaret edilen milli parkı. Günlük ziyaretçi sayısı 1000
kişinin üstünde. Günün her saati rota üzerinde trekking yapan yada koşu
antrenmanı yapan insanlar görebiliyorsunuz
Rota oldukça kuzey enlemlerinde kalıyor (Türkiye 36-42 Kuzey
enlemleri arasında). Yarış rotası ise 53-55 Kuzey enlemleri arasında. Yarışın
bitiş yeri Moskova ile aynı enlemde. Hal böyle olunca gece gündüz farkı çok
olan bir yer.
Yarış ilk defa 2012 yılında düzenlenmeye başlandı. Yarışın
“Montane Spine Race” ismiyle 2012 yılından bu yana düzenlenen orijinal hali
Ocak ayında yapılıyor.
Ocak ayında Moskova enleminde, sert kış koşulları olan bir
ortamda açık alanda CP kurma imkânı olmadığından CP’ler ancak yerleşim
yerlerinde kurulabilmiş. Bu da ilk CP’yi 76k, ikinciyi 100k öteye, diğerlerini
de 60k ortalama ile konulması ve 5 CP ile 430km rotanın tamamlanması anlamına
gelmiş.
-30 dereceleri görebilen soğuk, enlem nedeniyle 16 saati
bulan gece, kar fırtınaları, çok uzak CP aralıkları ile yarış oldukça acımasız
ve gaddar bir yarış olmuş. Bir diğer gaddarlığı da coğrafya yapıyor. Coğrafya yapısı itibariyle ağaç yetişmiyor.
Rotanın %99’un da ağaç yok. Her yer
yeşil ama ya mera tarzı yâda yüksek irtifa bitki örtüsü tarzında bir yeşillik.
Hal böyle olunca birincisi sıcağa muhafaza edecek bir ağaç örtüsü olmayınca
gece gündüz sıcaklık farkı çok yüksek oluyor. Gündüz hissedilen 30 derece
sıcakta beyniniz pişerken birkaç saat sonra geceleyin nefesinizin buharını
görebilir hale geliyorsunuz. Evet, Haziran ayında, deniz seviyesinde
nefesinizin buharını görüyorsunuz. Sıfır hatta bazen -5 hissedilen sıcağı
görüyorsunuz. İkincisi ağaç olmayınca haliyle rüzgârı durduracak bir şeyde yok.
Kuytu yer yok. Gecenin tüm rüzgârları içinizden geçiyor.
Benim gibi Akdeniz bebekleride korkmadan gelebilsin diye bu
acımasız yarışın geçen seneden (2017) itibaren yaz versiyonunu da yapmaya
başladılar. Aynı rota, aynı yarış, aynı CP düzeni ile Ocak yerine Haziran
sonunda yapılan yeni bir yarış daha oldu.
Takipte olduğum bir yarıştı. Yaz versiyonunun yapıldığını
görünce ilk yılını atlayıp bu yıl katılmaya karar verdim.
Yarışın zorunlu malzeme listesinde harita ve pusula var.
Çünkü parkur işaretli değil. Parkurda belli aralıklarla “Pennine Way” diye yön
gösteren levhalar ama bu levhalar yöreye aşina bir yürüyüşçü için ancak
yeterli. Ultracı için asla yeterli düzeyde değil. Bu yüzden el GPS’i olmadan bu
parkuru yapamassınız.
Hazırlanma sürecim;
Böyle bir yarışa nasıl hazırlanılır? Güzel soru. Çok fazla
cevap bulunabilecek ama gerçek manada tam manasıyla cevaplanabilecek bir soru
değil.
İlk aşamada dayanıklılık üzerine eğilmeniz lazım. Hem
fiziksel dayanıklılık hem de mental dayanıklılık.
Sonrasında tecrübe edinmeniz lazım. Bir yarışta ne olursa
yoluma nasıl devam ederim, nasıl kendimi kurtarırım, hangi soruna nasıl çözüm
bulabilirim gibi kendinizi hazırlamanız lazım. Çünkü bir günde olup biten bir
yarışta bir sorun yaşamanız düşük olasılıklı bir talihsizlik olur ama bunun
gibi bir yarışta her türlü kötü durumu yaşayabileceğinizi hesaba katmanız
lazım. O yüzden koşu antrenmanlarından daha çok bunlara kafa yormanız lazım.
Bu yarışa hazırlık olsun diye İznik Ultra 140k ve Tahtalı
Ultra Sky 100k yarışlarına katıldım. Arada fırsat buldukça Uludağ’a gitmeye
çalıştım.
Ve mental olarak hazırlanmaya çalıştım.
Yarış yerine ulaşma
ve yarış öncesi;
Yarış yerine ulaşmak için ilk olarak Manchester şehrine
uçmanız gerekiyor. Sonrasında karmaşık İngiltere tren ağını çözüp tren ile 50km
mesafedeki Edale’e geçmeniz gerekiyor.
Edale denilen yer Pennine Way başlangıç noktasına hizmet
etmek amacıyla kurulmuş, hepsi 15-20 binayı ancak bulan küçücük bir köy.
Bu köyde lokanta-pansiyon şeklinde 3 tesis var. 1 tane çadır
kamp var. 1 tane karvan kamp var. Küçük bir bakkalı var. Birkaç tane milli park
görevlilerinin kaldığı ev var. Birde Village Hall denilen ve yarışın başlangıç
noktası olan yer var. Hepsi bu
Ben en ucuz seçenek olduğu için çadır kampta kaldım.
Organizasyon 20kg ağırlığa kadar bir dropbag kabul ediyor.
Bu dropbagi her CP’ye ve bitişe ulaştırıyor. Bende çadırımda dahil tüm eşyalarımı
bu dropbag içine sığdırdım. Yarış sabahı dropbagimi teslim ettiğimde arkamda
hiç eşyam kalmamış oldu.
Dropbag teslimi tamam. Start saati Cumartesi sabahı 08:00.
Yarıştan bir hafta önce yaşadığım arbede sonucunda kırılan
burnum yüzünden starttan 5 gün önce, yani pazartesi burun ameliyatı geçirdim.
Ameliyattan sonra enfeksiyona karşı önlem olsun diye doktorum bana antibiyotik
verdi. Bir hafta boyunca antibiyotik kullanmış olmanın bünyede yarattığı
zayıflığın yarışta bir sorun çıkarmayacağını umut ederek çıkış yapıyorum.
Ve yarış başlar;
Çıkışta kalabalığın verdiği heyecan ile koşarak başlamış
olsamda, 2 litre su, 30 litrelik kocaman çanta, diğer malzemeler ile birlikte
ağır bir yükle birlikte gittiğim için yavaşlamam fazla zaman almadı.
Yarış günü bulutlu, soğuk, sert ve rüzgarlı bir hava var.
Soğuk rüzgârı yedikçe midem guruldamaya başlıyor. Bu iyi
haber değil. Bu yarışta en güvendiğim şey olan midemin bana sorun çıkarmaması
gerekiyor(du).
Yanıma uzun soluklu enerji versin diye yağlı çerezlerden
oluşan karışım almıştım. Yağlı gıda hafiften rahatsızlık vermeye başladı.
Antibiyotik yüzünden zayıflamış bünye kendisini midede belli etmeye başlıyor.
25k zaman kontrol noktasında suyumu dolduruyorum ve devam
ediyorum. 4:50 sürede gelmişim buraya. Devam ettikçe midem daha çok kendisini
belli etmeye başlıyor.
30k’da yediğim yağlı çerezleri kusarken midemin bu gıdayı
kabul etmediği ve bundan sonrada kabul etmeyeceği belli oluyordu.
Ve yanımda yada dropbagimde başka türlü bir gıdam yoktu.
Önümde 400k bir mesafe vardı ve gıdasız bu işi nasıl sürdürebileceğimi bulmam
gerekiyordu. Midem çalışmayı reddetse de beynimi çalıştırmalıydım. Onca yıllık
tecrübenin işe yarama vakti gelmişti.
Bünyeyi hemen enerji tasarrufu moduna geçirdim. Minimum
enerji ile maksimum yol gitmem gerekiyordu çünkü. Bu tempo düşürmem gerektiği
anlamına geliyordu. Bu açlık aynı zamanda düşük güç nedeniyle bünyenin
sakatlığa açık hale gelmesi demekti.
Bu halde giderken 50k zaman kontrol noktasına ulaştım. Bugün
şans benden yana. 50k zaman kontrol noktası bir yol kenarı
pansiyon-lokantasının yanında. Buradaki
lokantada hemen bir makarna yiyorum.
Önümdeki CP’ye olan 25k mesafeyi bir tabak makarna ile geçirebilmeyi
ümit ederek yola çıkıyorum.
50k’dan çıktıktan az sonra gece bastırıyor. Gecenin gelmesi
ile birlikte sıcaklıkta çok ciddi bir düşüş oluyor. Artık nefesimi görebilir
bir halde, hissedilen sıcaklığın sıfırın altında olduğu ve kuytu bir yerin olmadığı
bir ortamda ilerlerken bir yandan enerjimi tasarruf etmeye çalışıyorum. Enerji
tasarruf ederken vücut soğuyor. Vucüdu tekrar ısıtayım derken enerji
harcanıyor. Bu ikilemler arasında 50k’da makarna için harcadığım sürede dahil
olmak üzere 76k’da ki ilk CP’ye 8 saat gibi bir sürede ancak ulaşabildim.
Bu ilk CP’ye kadar olan bölümde zemin ıslak çayırlardan
geçiyor çoğunlukla. Bu alanlar çok batak olabildiği için bu ilk kısımda
çoğunlukla taşlar ile kaldırım haline getirilmiş rota. Bu düz taşlar yapı itibariyle
beton ile aynı etki yapar ayaklara. 76k boyunca patika ayakkabıları ile
betonvari bir zeminde ilerlemek ayaklar için hoş olmadı. Su toplamaları ve ayak
tabanı zonklamaları hafiften başladı.
CP’ye Pazar sabahı 02:00 gibi girdim. Hemen biraz atıştırdım.
1 saat kadar uyudum. Kalkıp tekrar bir şeyler atıştırdım. Ve 04:00 gibi CP’den çıktım.
Yaklaşık 8 saatlik düşük enerji modunda ilerleyişin ardından
100k zaman noktasına geldim. Gün
ortasında saat 12:00 gibi geldiğim noktada bir lokanta buldum. Hamburgerleri
çok güzel yapıyorlar. Veya o açlıkla bana öyle geldi.
Burayı terk edip çayırların içerisinden ilerleme başladım.
Meraların üzerinden geçmek ayak tabanları rahatlatıyor ama çayırlar bir miktar
enerjinizi de emiyor. Yavaşlatıyor. Hamburgerin enerjisini koruyabilmek için
düşük enerji modunda yoluma devam ediyorum.
Yaklaşık 8 saat kadar sonra Pazar 18:30 gibi 130k CP1.5’e
ulaştım. Buraya CP1.5 denmesinin sebebi lojistik sebepler nedeniyle burada
uyuma yapılabilecek yada yemek hazırlanabilecek bir yer yok. Sadece tıbbı
destek ve su ikmali yapabiliyorsunuz. O yüzden CP1.5 denilmiş.
Burada ayaklarıma ilk bantlamaları yaptırıyorum. Topuklar
dış yandan, parmak alt uç taraflardan olmak üzere su toplamaya başladılar.
Hemşire su torbacıklarını patlatıp bantları yapıyor ve ben tekrar yola
çıkıyorum.
CP1.5’e olan arazi nispeten çayır ve meralardan geçiyor
olsada, CP1.5’ten sonra arazi belirgin bir şekilde tepeleşiyor. Tepelerden in,
çıklar başlıyor. Zaten acıkmışım, birde bu in çıklar eziyet haline geliyor.
Pazartesi sabahı 01:00 civarları. 13 saat önce yediğim
hamburgerin enerjisi çoktan bitti ve halen yola devam etmekteyim. Artık
çevremdeki otlar ve ağaç yapraklarının yenilebilir olup olmadığını kontrol eder
hale geldim. Vücut minimum enerji ile yol almayı öğrenmiş ama enerjisiz yol
almak büyük eziyet.
Saat 02:00 civarında bir köşeyi dönüyorum. Ve onları
görüyorum. Bu zaman kontrol noktasını unutmuştum. 150k zaman noktasındaki
görevliler yüzükler efendisi birinci bölümdeki ormanın içinden ışıklar içinden
çıkıp gelen elf prensesi gibi geliyor gözüme. Hemen onları yanaşıyorum. Yalvar,
yakar, dilen falan onların kendi gıdalarından biraz yiyorum. Sağ olsunlar
halimi görüp acıyorlar ve kendi gıdalarından bana veriyorlar.
150k zaman noktasında biraz enerji edinip önümdeki halen
kalan 30k yolu alabilmek için yola koyuluyorum.
İnsan beyni çok şahane bir yapı. Bünyeye nasıl
hükmedebileceğini biliyor. Ve bazen sizin istediğinizin dışında bir yolla
yönetebiliyor. Bünyedeki ihtiyaçları hayati önem sırasına sokup ona göre
hareket ediyor.
Son 44 saat içerisinde sadece CP1’de 1 saat uyumuş olduğum
halde uykusuzluk belirtisi göstermiyordum. Çünkü beyin için açlık daha hayati
önem taşıyordu. Gıda bulabilmem için beni enerjim olmadığı halde bir şekilde
ilerletiyordu. Ama artık biraz enerji bulmuştum. Ve?
150k’dan çıktıktan daha bir saat daha geçmeden şiddetli uykusuzluk
emareleri kendisini göstermeye başladı.
Ayağımın altındaki küçücük taşlardan çevredeki ağaçların
yapraklarına varıncaya kadar her şey şekil değiştirmeye başladı. Etrafımda
yüzlerce küçük halüsinasyonlar görmeye başladım. Kapanmak üzere olan bilincim
onların hayal olduğunu biliyordu ama beynim onları görmeyi durduramıyordu. Bu
halde ilerleyebilmek, GPS okuyabilmek mümkün değildi.
Orada bulduğum bir ağaç parçasının üzerine oturdum. Gece sabaha
karşı 03:00 civarı. Hissedilen sıcaklık sıfır civarında. Bu ortamda hareketsiz
kalmak ölümcül olabilir ama gözümün önündeki hayalleri dağıtabilmek için
düşünen adam pozisyonunda oturdum ve birkaç dakika gözümü kapadım. Soğuğun
ürpertmesi ile tekrar ayağa kalktım.
Bir saat kadar sonra tekrar hayaller görmeye başladım.
Tekrar düşünen adam pozu. Yaklaşık 5 dk kadar gözümü kapatma ile biraz daha
kendime geldim ve bu bana CP2’ye kadar yetti.
Az eğimli ama oldukça uzun bir tepe çıkışı, taşlık arazi
üzerinde ilerleme falan derken sıcak hava altında CP’ye 1 saat kala suyum
bitti. Hem aç hem susuz o son bir km hiç bitmeyecek gibi geldi.
Ve Pazartesi sabahı 10:00 civarında CP’ye ulaştım. Burada
hemen biraz yemek yedim ve yattım. Yaklaşık 3 saat uyku üzerine kalktım ve biraz
daha yemek yedim. Hemşire ayaklarımdaki bantları yeniledi. Bu noktaya kadar
Skechers Go Trail Ultra 4 ayakkabılar ile gelmiştim. Bu noktada ayaklarımın
iyice şiştiği ayakkabı oldukça sıkıp rahatsızlık vermeye başlamıştı. Toz ve
terden iyice sıkışan ayakkabı bağcıkları ile boğuşmak zor geldiği için
çantamdaki diğer ayakkabılarım olan Hoka Speed Instinct ayakkabılarımı giydim
ve yola koyuldum.
CP’de harcadığım yaklaşık 5 saat biraz toparlanmamı sağladı.
Bundan sonraki kısımda uzun düzlükler vardı ve bu düzlüklerdeki taş kaldırım
şeklindeki yollar ayaklarımı dövmeye devam ediyordu.
Pazartesi akşamı 21:00 civarında 200k zaman noktasına
ulaştım. Burada yine bir lokanta vardı. Burada yine bir hamburger yiyip yoluma
devam ettim.
200k noktasından sonraki kısım nispeten düz olsa da bu
kesimlerde yüksek irtifa bitki örtüsü var. Batak çok olmadığı için taş kaldırım
yapılmamış ama zemin fazla yumuşak. Üzerine bastığınız çim zemin en az 5 cm
çöküyor. Üstü çim olsa da çimin altında oldukça yumuşak bir zemin olduğunu anlıyorsunuz.
Bu zemin fazlasıyla enerjinizi emiyor. Her adımınızın enerjisi bu zemin
tarafından emiliyor ve hızınız ciddi bir şekilde düşüyor.
Bitmez gece ile cebelleşirken bu gece dilime Sezen Aksu’nun
bir şarkısı takılıyor. Bu gece ve bundan sonraki gecelerde bu şarkının bu
nakaratı binlerce kez döndü beynimde.
Yürüyorum hasretin
acının üstüne
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var…
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var…
Yumuşak zemin tarafından emilen ve biten enerjim nedeniyle
son 1 saatte açlıktan baygınlık geçirecek bir vaziyette Salı sabahı 6:30
civarında 230k CP3’e varıyorum.
Burada yine bir şeyler yiyip 3 saat kadar uyuyorum. Kalkıp
tekrar biraz bir şeyler atıştırıp, ayaklardaki bantları yeniletiyorum. Sol ayak
başparmağı artık iltihap yapar hale geldi. Ve yola çıkıyorum
Buradan 270k zaman kontrol noktası olan kadar olan kısımda
taş kaldırım yâda yumuşak zemin yok denecek kadar az. Ya patika yâda toprak yol
olan rotadan ilerliyorum. Uzunca bir süre bir nehir kenarında patikadan devam
eden rota küçük bir şelaleden sonra toprak yola girip devam ediyor.
Salı akşamı 19:00 civarında 270k zaman kontrol noktasına
varıyorum. Buradaki lokantada şansım yaver gitmiyor. Sadece patates kızartması
bulabiliyorum. Biraz patates kızartması yiyip, önümdeki 30k boyunca bu bir
tabak patates kızartmasının beni idare etmesini umarak yola koyuluyorum.
Bu noktadan sonra meşhur üçlü tepeler var. Çık çık bitmeyen
tepeler. Gece yarısı tepelerin üzerindeyim. Açlık başıma vurmuş bir halde yine
zihnimde aynı şarkı aralıksız dönüyor.
Yürüyorum hasretin
acının üstüne
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var…
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var…
Tepelerden sonra inişe geçiyorum. Çarşak zeminde ayaklarımı
sürürken birçok kez taşlara vuruyorum. Sol ayak başparmağının tırnağı artık
oynamaya ve iltihap yapmaya başlıyor.
Ve yine açlıktan bayılacak bir halde Çarşamba sabahı 06:00
civarında 300k CP4’e ulaşıyorum.
Burada yine biraz yemek yiyorum. 4 saat kadar uyuyorum.
Kalkıp biraz daha atıştırıp ayaklarımdaki bantları yeniletiyorum. Sol ayak baş parmağı hem iltihaplı hemde acı
veriyor. Sağ ayak orta parmağı altındaki su toplayan kesimde su patladığı ve su
toplayan kısım üzerindeki deri koptuğu için artık her adımda parmağın eti çorap
ile temas etmeye başlıyor. Hem sağ hemde sol ayaktan acı sinyalleri almak
insanı diri tutuyor.
CP’nin hemen yanında bir market görüyorum. Bu benim için bir
dönüm noktası, bir kurtulma anı. Çünkü bu CP’den sonra ara zaman kontrol
noktalarında lokanta yok. CP yemeği ile de bir sonraki CP’ye kadar da ilerleme imkânımda
yok. Buradan 2 poşet midemi kaldırmayacak atıştırmalık alıyorum. Bir poşetini
CP5’e kadar beni idare etsin diye sırt çantama alıyorum. Diğerini CP5-bitiş
arası için dropbag çantama koyuyorum.
Bu noktadan sonra enerji sorunum olmayacak ama 300km düşük
enerjiyle gelmenin bünyede yarattığı hırpalanma ve mesafenin getirdiği yorgunluk
ile tempoyu yükseltmek pek mümkün olmuyor.
Çarşamba akşamı 20:00 civarında 330k zaman kontrol
noktasından geçiyorum. Kah enerji emen yumuşak zemin, kah ayak döven taş
kaldırım yollar üzerinden ilerliyorum. Gece çöküyor ve benim zihnimde yine aynı
nakarat dönmeye başlıyor.
Yürüyorum hasretin
acının üstüne
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var…
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var…
Perşembe sabahı 07:00
civarında 360k CP5’e varıyorum. Biraz
yemek yiyorum. 4 saat kadar uyuyorum. Ayaklardaki bantları yeniletiyorum. Sol
ayak başparmağımın iltihaplı tırnak acısı ve sağ ayak parmağının orta
parmağının derisi yüzülmüş etinden gelen acılar ile son 70km’yi nasıl
gideceğimi düşünüyorum. Facebook’a koyduğum o tuhaf gülümsemeli fotoğraf burada
çekiliyor. Acının gülümsemesidir o.
Hoka ayakkabılar parçalandı. Kenarları açıldı. O yüzden
onları çıkarıp dropbag’e koyuyorum ve Skechers’a geri dönüyorum.
Ve yola çıkıyorum. Nispeten kolay bir araziden ilerleyerek
Perşembe akşamı 22:00 gibi 390k zaman kontrol noktasından geçiyorum.
Ve yine tepeler başlıyor. Ve yine yeniden bir gece daha. Ve yine
zihnimde aynı nakarat;
Yürüyorum hasretin
acının üstüne
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var…
Sığmıyorum dünyaya dar geliyor
Geceler mi uzadı bu karanlık ne
Gönlümün bayramları, şenliği söndü
Seni kimler aldı kimler öpüyor seni
Dudağında dilinde
Ellerin izi var…
Bu nakarat artık işkence haline geliyor. Ve Facebook’a
yalnızlık ile ilgili o mesajımı atıyorum istemsizce.
Ayaklar, baldırlar, kalçalar… her noktadan ağrı sinyalleri
alıyorum. Biraz git, biraz esnet falan diye diye ilerliyorum.
Ve aşağı çukurda son 419k son zaman kontrol noktasını
görüyorum. 500mt’lik dik inişi 15dk da ancak yapabiliyorum. Çünkü her adımda
sol ayak başparmağı tırnağı öne gidip ayakkabıya değiyor ve acısı beynime
saplanıyor.
Kontrol noktasına Cuma sabahı 08:00 gibi varıyorum. Sağlık görevlisine
durumu anlatıyorum. Yanımdaki ağrı kesiciler artık pek fayda etmiyor. Oradaki sağlık
görevlisi beni kurtarıyor resmen. Bana küçük beyaz bir hap verdi. Bir ağrı
kesiciymiş. Kodein isimli bu ağrı kesici bünyedeki tüm ağrıları kesti hemen. Parmak uca değmesin diye ayakkabının
bağcıklarını ayak bileği boğazına ağrı vereceğini bile bile iyice sıkıyorum.
Kontrol noktasından çıkıyorum. Artık son 11k. Kontrol noktasındaki
görevlilerden biriside benimle birlikte geliyor. Bana bir şey olursa diye
peşime takılıyor. Demek ki durumum pek iç açıcı değildi. Fotoğraflardaki arkamda
koşan kişi o görevli kişi, bir yarışmacı değil.
Son 11k mesafeyi 3 saat gibi bir sürede ancak alarak Cuma
öğlene doğru 11:16 gibi bitiş çizgisine ancak ulaşabildim.
Buradan herkese yeniden çok çok teşekkür ederim. Herkesin desteğini
hissettim. Siz güzel dostlarsınız ve iyi ki varsınız…
Zorluklarla dolu yipratici bir yariş olmuş. Özellikle mentalite olarak. Aklina takilan sezen aksu parçasindan belli.
YanıtlaSilTek söylenebilecek söz var ; Gurur duydum..
YanıtlaSilBence Türkiye'nin; hem kendi gibi olmayı-kalmayı başarıp aynı zamanda en orjinal ultra koşucusu olan adamsın.
YanıtlaSil